“İnsanların yaşamındaki mutsuzlukların çoğu biraz da şanssızlıklarına bağlıdır?” mı size daha yakın geliyor yoksa “insanların talihsizlikleri yaptıkları hataların sonucudur” mu daha yakın…
“Başarılı olmak çok çalışmaya bağlıdır; şansın bunda ya hiç ya da çok küçük payı vardır” mı dersiniz yoksa “İyi bir iş bulmak, temelde, doğru zamanda doğru yerde bulunmaya bağlıdır” diye düşünmek size daha mı iyi geliyor?
Aslına bakarsanız bence bu sorular arasında bir doğru yaklaşım yok, bir seçim var. Bir bakış açısı var. Ben her iki soruyu da haklı çıkaracak varsayımlar üretebilirim. Ama mesele bu yaklaşımlardan birini haklı ve doğru çıkarma meselesi değil. Buradaki mesele soruları doğru ya da yanlış diye tiklemekten ziyade hangi bakış açısında olduğumu keşfetmeyi ve hangi bakış açısında olmanın bana iyi geleceğini anlamak.
Kontrol Odağı Kuramı, bu videonun konusu bu.
Ben bu kuramla, odağı içeri almak ya da dışarda tutmak konusuyla yaklaşık 1 – 1,5 sene kadar önce videonun başında birkaç cümlesini duyduğunuz bir podcastle tanıştım ki bu İnanç Ayar’ın Bir Yaşam Felsefesi Olarak Girişimcilik podcastini de tavsiye ediyorum.
Şimdi bu meseleyle 1 – 1,5 sene önce bu podcastle tanıştım diyorum ama aslında bu meselenin Julian Rotter tarafından ortaya atılıp geliştirilen kuram olması kısmıyla tanışma anımdı bu. Bu benim için hani bazen yemeğin içinde bir baharatın tadını alırsınız da adı gelmez ya aklınıza, söyleyemezsiniz öyle bir şeydi. Çünkü bu podcasti dinlerken ki o an benim için bir aydınlanma anı gibi bir andı. Bazı şeyler netleşti, taşlar yerine oturdu. Neden böyle diyorum?
Çünkü şimdi hayal edin, mesela bir iş var, bir iş yapıyoruz ekip olarak ve o işin yapılmasıyla alakalı bir aksaklık çıkıyor. Bu aksaklığın haberinin ortama yayılmasıyla bir anda ekibin bir kısmı ki büyük bir kısmı isyan etmeye, oflamaya, kahretsin, lanet olsun, yüce tanrım gibi türkçe dublajlı yabancı filmlerden alınma sitemler savurmaya başlarken diğer kısım aynı durumda, aynı pozisyonda kalmaya ve o an elinde ne varsa onu yapmaya ya da en azından sakin kalmaya devam ediyor. Şimdi bu dışardan biraz kayıtsızlık gibi görünebiliyor. Sanki o isyan edenler işi daha fazla önemsiyorlar da diğerleri o kadar önemsemiyormuş gibi görünebilir. Öyle de olabilir tabi ama her zaman öyle değil. Öyle olmamasının en güzel açıklaması da bu kontrol odağı meselesi bence.
Çünkü böyle durumlarda genel de o kayıtsız görünen kişi olduğum için, içerden bildiriyorum aslında kayıtsız olmuyoruz. Sadece o yeni haberi aldıktan sonra zihnimde yeni bir sayfa açılıyor ve o sayfanın en başında büyük puntolarla “EE ŞİMDİ NE YAPIYORUZ?” yazıyor. Ve aslında o anda yeni duruma uyumlanmaya çalışıyorum. Bu biraz şey gibi aslında. Bir yolda yürüyorsunuz bir anda önünüzde bir engel beliriyor. Durup kahretsin falan diye sitemler de savurabiliriz, o engelin sağından, solundan, üstünden geçmeye en azından bir geçiş var mı diye bakmaya da yönelebiliriz.
Tıpkı Peynirimi kim kaptı kitabında olduğu gibi peynir gitti diye sitemler edip sayıp söverek yerimizde de sayabiliriz ya da giyip ayakkabılarımızı yola da çıkabiliriz. Okumayanlar için kitapla alakalı değişim videosunu da yukarıya bırakıyorum.
Mesele bence hareket halinde kalma meselesi aslında. Çünkü çoğu zaman durduğumuzda kaybediyoruz. Durmak kötü bir şey değil tabiki ama buna birazdan geri döneyim şimdi şu Kontrol Odağı meselesine biraz daha değinelim.
Kontrol odağı, denetim odağı insanın davranışları sonucunda gerçekleşecek olaylara etkisi olduğuna inanması ya da bu olayların ve sonuçların tamamen şansa, kadere, dış faktörlere bağlı olduğu, kendisinin etkisi olmadığına inanmasıdır.
İçsel ve dışsal odaklılık olarak iki başlığa ayrılıyor. Zor durumlar karşısında içsel kontrol odağına ya da dışsal kontrol odağına sahip olmamıza göre tepkiler veriyoruz. Ki bu noktada şunu da söylemekte fayda var. İçsel ve Dışsal odaklılık olarak ayırıyoruz ama insanları çok net bir şekilde ikiye ayırabileceğimiz anlamına gelmiyor bu. Aslında bence hepimizin kontrol odağında içsel ve dışsal yaklaşımlar var. Bu iki farklı kavramın birleşimi bizim kontrol odağımızı oluşturuyor ve o yüzden her ne kadar genellemeler yapabilsek de aslında her insanın odaklılığı da kendine özgüdür diyebiliriz.
Daha anlaşılır olması için biraz matematiksel konuşsak, örneğin bir insanda %30 içsel odaklı, %70 dışsal odaklı olabilir. Bir başkasında bu oran %45’e %55 olabilir. İçsel odaklı olma oranımız ne kadar yüksek olursa, yaşadığımız olaylara etkimiz olduğu bilinci de o oranda yüksek olacağı için daha güvende, daha mutlu, daha olumlu duygular içinde hissetmemiz de mümkün oluyor. Tam tersi durumda, dışsal odaklılık oranı daha yüksekse eğer bu sefer kendimizi daha güvensiz, şansa ve kadere, dışsal faktörlere bağımlı hissediyoruz.
Fakat burada dipnot koyayım. Her şeyin bizim kontrolümüzde olduğuna inanmak, yolda kalmak ve hareket halinde olmak açısından iyi olmakla beraber her zaman her şey sadece bizim kontrolümüzde tabiki olmayabilir, bunun farkında olmakta lazım. Aksi durumda her kötü şeyin sorumlusu olarak kendimizi tutmaktan ötürü kendini yetersiz bulan, özgüveni düşük, suçlu hisseden birine de dönüşebiliriz.
Ya da tam tersi yaşanan her şeyin dış etkenlere bağlı olduğunu, bizim hiç etkimiz olmadığını düşündüğümüz ve bunun maksimum olduğu durumda da bu sefer kendi müdahalemizle çözebileceğimiz sorunların bile farkında olmadan her şeyden dış etkenleri sorumlu tutabiliriz.
Ya da hep kötü olayları konuşmayalım iyi olaylar karşısında da iç odaklılığın maksimum olması durumda her şeyi ben yaptım, ben başardım olarak bakacağımız için biraz bencil, biraz narsist bir tavra sahip olmak kaçınılmaz olabilir.
Dış odaklılık maksimum olduğunda da bizim başardığımız iyi bir sonuç karşısında bile bunu bir şans, talih olarak göreceğimiz için, övgü alamayan, iyi sonuçların tadını çıkartamayan birine dönüşebiliriz.
O yüzden bence olabildiğince odağı içeriye almaya çalışmak, bu denetim odağı meselesinin farkında olmak bile başlangıçta yeterli olabilir diye düşünüyorum. Fakat odağımızı içeride tutmak ne kadar kıymetli olsa ve bu yönde kendimizi eğitmemiz ve odağı içeriye almaya çalışmamız önemli olsa da yine de gerçekten kopmamak gerekiyor ki bu bizim iki durumunda uç noktalarından koruyabilir bence.
Gerçekten kopmamaktan kastım şu. Odağımızı ne kadar içeriye alırsak alalım hayatta bizim kontrolümüzde olan şeyler vardır. Bizim düşüncelerimiz, bizim kararlarımız, seçimlerimiz gibi… Kontrol edemediğimiz ama etki edebileceğimiz durumlar vardır. Diğer insanların düşünceleri, onların seçimleri, içinde yer aldığımız takımın kararları ve değişime karşı tepkileri gibi…
Bir de hiçbir etkimiz olmayan durumlar vardır. Ekonomi, trafik ya da hava durumu gibi… Odağı içeriye almak çok önemli ama bu tablonun farkında olarak odağı içeriye almak daha önemli diye düşünüyorum.
Bu, kontrol odağı kuramı ile ilgili olarak zaman içinde bir çok farklı alanda birçok araştırma da yapılmış. Bu araştırmalar sonucu ulaşılan bazı anekdotları da paylaşmak istiyorum:
- İlişkilerle alakalı konularda iç odaklı insanların daha girişken, daha çok çaba harcayan, daha çözüm odaklı olduğu fakat dış odaklı insanların kendini daha geride tuttuğu, daha pasif kaldığı bu araştırma sonuçlarından biri.
- Bu konunun psikolojik dayanıklılık ve depresyon ile de bağı olduğu gözlemlenmiş ve dış odaklı kişilerin psikolojik dayanıklılıklarının daha düşük ve depresyona daha açık oldukları tespit edilmiş.
- Alışkanlıklar üzerine yapılan araştırmalar sonucu yaşanılanlar üzerinde daha fazla etkisi olduğuna inanan iç kontrol odağına sahip insanların, dış odaklı insanlardan %40 daha fazla sağlıklı alışkanlığa sahip olduğu tespit edilmiş.
- İç odaklı insanların özellikle çalışma hayatlarında daha girişimci oldukları, iş yaptıkları kurumlara ve kişilere daha yenilikçi fikirler sundukları ve bu yeni fikirlerle değişim başlatabilecekleri de öngörülmekte.
Bu noktada iç odaklılığı yüksek bireylerin, yaşamlarını değiştirmek ve iyileştirmekten kendilerinin sorumlu olduğu bilincindedirler daha çok. Bu yaklaşımla da bu kişilerin daha başarılı insanlar olabileceği yine araştırmaların söylediği bir detay.
Şimdi burada biz bizeyiz dürüst olalım. Hani o podcast benim için bir aydınlanma anıydı dedim ya… Ben o an sadece odağımın içeride olduğu anlara bir isim vermiş, o anları anlamış olmadım. Aslında tam tersi odağı dışarıda tuttuğum anları da bir anda zihnimde yeniden yaşadım. Ve odağı içeriye alamadığım için “bazı” keşkelerim bile olduğunu fark ettim. O yüzden o aydınlanma anı benim için bir keşif anı olduğu kadar beni kendime getiren bir tokat anı da oldu.
Ama iyi tarafından bakalım o tokatla birlikte artık bunun farkında kalmaya da çalışıyorum. Her zaman odağı içeride tutmaya çalışıyorum. Bunu her zaman başaramıyorum tabiki İnanç Ayarın podcastte bahsettiği gibi çoğu zaman bende kendimi ebeliyorum bu konuda. Odağımın dışarıda olduğunu fark ediyorum. Ama bu bile, bunun farkında olmak bile iyi bir adım olabilir.
Çünkü hani az önce mesele hareket halinde kalma meselesi demiştim ya. Çünkü çoğu zaman durduğumuzda kaybediyoruz demiştim. Durmak kötü bir şey tabiki değil. Hatta daha önce durmanın gerekliliğinden, durmanın ihtiyacından bahsettiğim de oldu, buna ihtiyaç duyduğum zamanlarda oldu, oluyor ama bence durmak bilinçli olarak, tercih edilerek olduğunda daha kıymetli. Her engelde, her olumsuz durumda, her negatif haberde düşmek, kalmakta zorlanmak, hareket halinde kalamamak sağlıklı bir durma şekli olmayabilir diye düşünüyorum. O yüzden beni düşüren, durduran engeller karşısında zihnimde açtığım o yeni sayfanın en tepesine yazdığım ve hareket halinde kalmamı sağlayan bir soru var ve ben bunu sormaya da devam edeceğim.
O halde şimdi “İnsanların yaşamındaki mutsuzlukların çoğu biraz da şanssızlıklarına bağlıdır?” (biraz bekle ve enerjiyi yükselt) mı size daha yakın geliyor yoksa “insanların talihsizlikleri yaptıkları hataların sonucudur” mu daha yakın…
“Başarılı olmak çok çalışmaya bağlıdır; şansın bunda ya hiç ya da çok küçük payı vardır” mı dersiniz yoksa “İyi bir iş bulmak, temelde, doğru zamanda doğru yerde bulunmaya bağlıdır” diye düşünmek size daha mı iyi geliyor?
Engeller karşısında, yoldaki o tümsekler karşısında kahretsin, lanet olsun sitemleri mi daha yapılabilir yoksa zihninizde yeni bir sayfa açıp, bizi harekette tutacak bir soruyla harekette kalmaya çalışmak mı?