yükleniyor…

0

Sepetinizde ürün bulunmuyor.

Ağustos 7, 2022

Mutlu Olmak Zorunda Kaldığında Mutsuz Olabilirsin – Melankoliyi Kabul Et | Mutsuz Olmak – W. Schmid

Ne kadar çok insan, sırf mutlu olmaları gerektiğine inandıkları için mutsuz oluyordur acaba? Peki ya mutsuz olan ve sadece bununla değil bir de tüm toplumun mutluluktan mest olmuş görünmesiyle baş etmek zorunda olan onca insana ne demeli? Görünüşte mutlu olanlar mutluluklarında ısrar ettikçe, mutsuzlar kendilerini dışlanmış hissetmezler mi?

Mutsuz Olmak – Wilhelm Schmid


Bir soruyla başlamak istedim ama Wilhelm Schmid Mutsuz Olmak kitabında bu durumu o kadar güzel bir şekilde soruya dönüştürmüştü ki yeni bir soru üretmeye gerek görmeden aynen onun sorularıyla giriş yapmayı seçtim. Ama yine benzer bir duyguya ya da benzer bir ihtiyaca atıfta bulunan bir alıntı daha yapmak istiyorum. Bu sefer uzaklara gitmeye gerek yok, bizden, Cemal Süreya’dan…

Kim istemez mutlu olmayı / Ama mutsuzluğa da var mısın?

Cemal Süreya


Çünkü mutsuzluğa da var olabilmek, onu da kabul edebilmek değerli. “Melankolinin münasip düştüğü zamanlar vardır” diye bir cümle var kitapta ve çok katılıyorum buna. Çünkü iki kavram da uç noktalarda bence doğru değil, bence her konuda olduğu gibi bu iki düşünce arasında da dengeyi tutturabilmek önemli. Ve bence mutluluk, mutsuzluğun zıttı değil, mutsuzluğu da kapsayan bir kavram. Mutlu olmak için yeri geldiğinde mutsuzluğa da var olmak, olabilmek önemli.


İzlediğim bir videoda mutlu olmak için yapılması gerekenler listesinin birinci maddesine bazen ağlamak gerekir yazılmıştı. Evet bazen ağlamak, üzgün hissetmek de mutluluğun bir parçası olabilir. Mutsuzluk bu kadar da öcü değil esasen ve mutsuz hissettiğin zamanlarda, bu sadece mutsuz hissettiğin anlamına gelir.
Geçenlerde tam da bu mutsuz olma konusu üzerine hazırlanırken bir instagram gönderi geldi önüme. Tam da üzerine düşündüğüm konuyla alakalı bir paylaşım görmek benim için ilginç bi tesadüf oldu ve videoda yer vermek istedim.


Mutlaka bilenleriniz vardır hikayelerden bahsedilince son zamanlarda aklımıza ilk gelen isimlerden biri Judith Malika Liberman. Ben tam bu konu üzerine düşünürken bir paylaşım yaptı ve aynen bir kısmını aktarıyorum:

“Hep pozitif olmak istiyorum, siz nasıl yapıyorsunuz? diye bir soru geldi bana. Cevabım: “Hep pozitif olmayarak.” Elimde bir miktar “pozitiflik” varsa, onun kaynağı: Kendimi karanlık günlerde de sevmek. Karanlık derken o keyifsiz, hüzünlü, mavi günleri kastediyorum.

İyi hissetmediğin bir gün olursa, kendine bozuk bir oyuncak gibi bakma, bozuk değilsin, gayet iyi çalışan duygusal sistemin sana bir şey demeye çalışıyor. Onu susturmadan dinleyebilir misin? Odağın bir an önce “iyi” hissetmekteyse, dinleyemezsin. Bir an önce iyi hissetmek kolay, hap içmesen de, işe yoğunlaş, çikolata ye, komik dostlarla “iyi hissettiren” bir filmi 4 kere üst üste izle ve geçer. Alarmı susturmak kolay, yangını söndürmek zor.”

Judith Malika Liberman


Devamı var, devamında da böyle anlardan kendisi neler yapıyor, birkaç madde de paylaşmış, merak edenler kendisinin instagram hesabından devamına bakabilirler. Ama sadece bu kısmı bile harika ve üzerine düşündüğüm konuyla örtüştü için burada paylaşmak istedim.


Çünkü burada o soruyu soran kişi gibi biz de hep pozitif olmak, mutlu olmak istiyoruz değil mi? Birçoğumuz çok mutlu olmak istiyoruz? Peki neden bu kadar çok mutlu olmak istiyor ve aynı oranda mutsuz olmaktan bu kadar istekli bir şekilde kaçıyoruz?


Bence mutlu olmayı bu kadar çok istememizin de mutsuzluktan bu kadar hızla kaçmamızın da sebebi bu iki kavramı da tam olarak anlamıyor ve aynı zamanda anlamak için de çabalamıyor olmamız. Asla bu iki düşünce bizim için ne ifade ediyor, bizim için bunların anlamı ne, sorgulamıyoruz. Böyle olunca da dört bir yanımızda mutlu ol, mutlaka mutlu olmalısınız, mutlu olmak zorundasın, sen yapabilirsin, aslansın, kaplansın mesajlarıyla asla farkında olmadan o yola giriyoruz. Mutlu olmanın yolunda olmak kötü bir şey değil, fakat neden o yola çıktığını, buna neden ihtiyaç duyduğunu keşfetmeden çıkmak ulaşmaya çalıştığımız noktaya ulaşmayı engelleyebilir.

İnsanların, sürekli mutlu olmaları gerektiğine inandırıldığı bir çağda yaşıyoruz. Gazeteler, kitaplar, ilan panoları, reklam spotları mutluluk üzerine söylenebilecek her şeyi tüketmiş halde… Mutlu olmak bir görev, ödev gibi algılanır oldu ve bu algı, tek başına, kişiler üstünde önemli bir stres kaynağı haline geldi. Adeta ‘mutluluk diktatörlüğü’nün tahakkümü altında yaşamaya başladık.


Arka kapaktaki bu paragraf çok güzel bir özet bence. Ne tarafa bakarsanız bakın, kiminle konuşursanız konuşun mutlaka mutlu olmak zorunda olduğunuzu ve bunu yapmanın sizin elinizde olduğunu bağıran bir şeyler var. Şimdi bu noktada bunu yapmanın sizin elinizde olduğu kısmına katılıyorum. Evet mutlu olmak tek başına tesadüfiliğe bağlanamaz. Eğer isterseniz mutlu olmak için bir şeyler yapabilirsiniz. Ama tam da buradaki kritik kelime bence istemek kelimesi oluyor. Eğer mutluluğa o dört taraftan mutlu olmak zorundasın diye bağıran gürültünün iteklemesiyle gitmeye çalışıyorsanız o iş zor. Ve zor olmanın yanı sıra bu baskı hali sizi daha yoğun bir mutsuzluğun içine de itebilir. Ama gerçekten mutlu olmanın sizin için anlamını keşfetmişseniz ve mutlu olmayı istiyorsanız o zaman bunu kesinlikle yapabilirsiniz. Ama burada yine kitaba dönelim:


“Mutluluk önemlidir ama anlam daha önemlidir. Hayatta tek meselenin mutluluk olduğu, modern hayattaki anlam kaybını mutlulukla ikame etmek isteyenlerin bir masalıdır; ama mutluluğun sırtına kesinlikle taşımayacağı bir yük yüklemiş olurlar böylece.”

“Modern toplumda giderek daha çok insan anlam yoksunluğu çekiyor. Her alanda ve her düzlemde çekiyorlar bu yoksunluğu: Çalışmayı anlamlandırmada, kendi hayatlarını anlamlandırmada, genel olarak hayatı anlamlandırmada. Anlam kuvvet verir, anlamsızlık kuvvetten düşürür. İnsanlar bir anlam görürlerse, birçok şeye göğüs gerebilir, birçok şeyi alt edebilirler, bir anlam göremezlerse hemen hiçbir şeyin üstesinden gelemezler.”


Bence bu nedenle günümüzün o mutsuzsan beceriksizliğindendir, mutlaka mutlu olmalısın bağırışları arasında tam olarak ne yapacağını da bilmeden mutluluk peşinde koşmaktansa anlamı aramak, anlamı sorgulamak daha değerli olabilir. Çünkü kitapta da geçtiği üzere mutluluk anlamın bir ikamesi değil. Mutlu olmak konusundaki bu yoğun baskı aslında anlam yoksunluğundan doğan o çaresizliğin işareti…
Bu yoğun mutluluk baskısı karşısındaki o çaresizlik de bizi nereye götürüyor. Burn-Out… Tükenmişlik…
Sonrası sürekli olarak hem bedensel, hem duygusal olarak tükenmişlik hissiyatı. Olumsuz ve pesimist düşünceler. Hareket geçmekten iş yapmaktan soğuma. Depresif bir eylemsizlik hali…


Oysaki bu kadar yoğun, tükenmişliğe götürecek kadar yoğun bir mutlu olmak zorundalığına bence gerek yok. Mutluluk kadar o hafif mutsuzluk hallerinin de değer katan yanları yok mu? Kitapta geçen harika bir cümle var: “Melankolinin münasip düştüğü zamanlar vardır.” Kesinlikle öyle değil mi? Tabi buradaki mutsuzluk halini yoğun bir depresyon durumunda olmaktan ayıralım. Bahsettiğim şey aslında keyif veren hafif bir melankoli hali…


Bu melankoli anlarını tamamen silmeye, yok etmeye kalkmak gerçekçi olmaz. Gerçekçi olmaz diyorum çünkü kitapta da geçtiği gibi bardakların her zaman yarısı dolu veya yarısı boş olmaz, bazen de tamamen boş olurlar. Burada önemli olan şey bazen o bardakların boş olmaları değil, o boş bardakları zamanında fark ederek, öğrenerek, onları doldurabilmektir.


O halde bu mutluluk baskısıyla bazı şeyleri olmadıkları gibi görmeye çalışmanın ne anlamı var ki? Pozitif düşünmek sadece ve sadece pozitif olanı görmek, aksini görmezden gelmek anlamına geliyorsa bu büyük bir tehlike yaratmaz mı? Sadece kendimizi pozitif olanı görmeye zorlamak durumu, gözümüzün önündeki negatiflikleri görmezden gelmemize yol açmaz mı? Oysaki onları görmezden gelmek, pislikleri halının altına süpürmekten başka bir şey değil. Hala oradalar. Ve birikiyorlar.


Mutlu olmak kötü değil tabiki. Mutlu olmayı hak ediyoruz ve eğer mutlu olmak istiyorsak bunu sağlama gücü de gerçekten elimizde. Mutluluğu öğrenmek, mutluğu sağlamak o kadar da imkansız değiller.
Fakat önemli olan kendi anlamlarımızı keşfederek, bu farkındalıkla mutlu olmayı istemek bence. Sağdan soldan, dizilerden, filmlerden, kitaplardan fışkıran o mutluluk diktatörlüğünün yoğun baskılarından ötürü, bizim için tam olarak ne anlama geldiğini, nasıl olacağımızı bilmeden mutlu olmaya çalışmanın yararı yok. Yararı olmadığı gibi bu zararı da olan bir şeye dönüşüyor. Ne sormuştuk en başta: “Ne kadar çok insan, sırf mutlu olmaları gerektiğine inandıkları için mutsuz oluyordur acaba?


Mutlu olmak gerektiğine inanarak mutlu olmaya çabalamak daha yoğun, daha yıkıcı tükenmişliği de beraberinden getiren mutsuzluklar yaratır.


Mutlu olmak güzel, önemli ve mümkün ama mutsuz olmak da bir öcü olmayabilir. Şuna inanıyorum, mutlu olmak her insanın hakkı ve mutlu olmakla alakalı güç de elinde. Yani güç elinde derken insan isterse kesinlikle mutlu olur dış etkenlerin hiç önemi yok demiyorum. Tabi dış etkenlerin önemi var, çevresel faktörlerin hatta genetik faktörlerin bile önemi var… Ama bunlara rağmen bizim de yapabileceğimiz bir şeyler var. Bütün şartlar kötü olsa bile her şeye rağmen ben ne yapabilirim diye sorduğumuzda ve odağımı kendimize çektiğimzde mutlaka çözüme giden bir cevap bulabiliriz. Mutlu olmayı öğrenebiliriz. Ama modern dünyaya ayak uydurmak için, mutlu olmak zorunda hissetiğimiz için değil, istediğimiz için olmalı bu. Böylece mutluluğa körü körüne koşarken daha fazla mutsuzluğun içine bulanmamış oluruz ve bize kalan o mutsuzluk anları, o melankoli anları da değerli ve öğretici anlar olurlar.


Çünkü sırf mutlu olmamız gerektiğine inandığımız için mutlu olmaya çalışarak ancak ve daha fazla mutsuz oluruz.

Posted in YouTube